(Dokuz yıl önceki bir yazı)

Asrın Müslümanları imamesi kopmuş tespih taneleri gibi dağılmış, diğer bir deyimle birbirlerinden kopmuştur.

Ülkelerinin başlarında bulunan, otoriter yöneticiler halkı sindirmiş ve kapitalizmin sömürü anlayışına boyun eğdirilmiştir. Boyun eğmeyenlerse öz vatanlarında ve yeryüzünde potansiyel suçlu gibi görülmüşlerdir.

İslam coğrafyasında Müslümanlara karşı (baskı ve algı) operasyonları  “ölü Müslüman” daha iyidir anlayışına doğru sürüklemiştir. Asya da ve Afrika’da, yokluk kıtlık/açlık, susuzluk, kan ve gözyaşı ile barut kokusu arasında ölüm korkusuna terk edilmişlerdir.

Bu durum, Gazze’de, Doğu Türkistan’da, Suriye de, Irakta Hindistan’da Arabistan adasında ve genel olarak İslam coğrafyasının tamamında böyledir. 

Mazlumların gözü, kulağı ve umudu Türkiye’dir. Bu perspektiften bakıldığında Türkiye’nin sorumluluğu coğrafi sınırlarından daha büyüktür.

Bu bakışı gören (birkaç yıl önce) Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı Afrikalı Müslümanlar için “Her evden bir fitre” kampanyası başlatmıştı.

Bunlar güzel faaliyetlerdi, ama mazlumların derdine çare olarak yeterli değildi.

Hâlbuki İslam coğrafyası o kadar zengin kaynaklara sahipti ki. Bu coğrafyada yaşayanlar hazine üzerinde oturan fakir bekçi durumunda bulunuyorlardı ve İzzetsiz, yöneticilerin yanlışları yüzünden zillete boyun eğme durumuna düşürülmüşlerdi.

Bunu bilen emperyalistler, kısa orta ve uzun vadeli sömürü planları yapmakta, ülkeleri yönetenler de saltanatlarını kurtarma derdi ile bu planlara destek sağla maktalardı.

Yakın tarihte, Suudi Arabistan ABD’leri ile 380 milyar dolarlık “Ortak Stratejik Vizyon anlaşması” imzaladı.

Dertsiz Suudlar, alacakları silahları kime karşı ve ne şekilde kullanacağını bile bilememektedirler, sırf saltanatlarını korumak için ABD’lerine, rüşvet verir gibi antlaşma imzalamışlar ve ne olduğu belli olmayan kılıç oyunu oynatarak ABD’leri başkanını güya kendilerine benzetmeye çalışmışlardır.

Ortadoğu ülkelerinin dağınıklığından ve güçsüzlüğünden istifade eden Amerika Başkanı Suudlarla yaptığı anlaşmanın keyfi ile İsrail’e geçmiş Siyonistlere bende sizdenim mesajı vermek için, Müslümanları da yok sayarak ağlama duvarına gitmiş ve Yahudilerin gönlünü hoş etmeye çalışmıştır.

İsrail’i memnun eden Trump, Filistin Devlet Başkanı Abbas ile de usulen görüşmüş ve Filistin’in, asıl temsilcisi Hamas yöneticilerine de terörist demiştir.

 Trump’la Suudi Kralı arasında imzalanan antlaşma törenine, Mısır  Müslümanlarının demokrasiye erişimini engelleyen darbeci  “Sisi” de davet edilmiş ve darbecilik meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Suudi Arabistan’da başını örtme ihtiyacı hissetmeyen Trump’ın karısı Vatikan’a varınca Vatikan’ın geleneksel kıyafetine bürünmüştür.

Tramp’ın karısı Müslümanların inancına saygı gösterme ihtiyacı bile hissetmemiştir. Bu tavır Müslümanlara bakış açısını ortaya koymaya ve etkisizliğini anlamaya yetecektir.

Bundan bize ne diyemeyiz.

Çünkü tarihten gelen bir sorumluluğumuz var. Bu duruma tepkisini koyan Sn. Cumhurbaşkanımızda  (emperyalistlerce) sevilmemekte ve Mısırda ki darbeciden esirgenmeyen hoş görü, kendisine gösterilmemektedir.

 Avrupa ve Amerika  ” Müslümanları yok sayma ve sindirme politikası” sürdürmekte ve her olayın peşinden “İslam/terör ekseninde ağız dolusu laflar ederek, “Müslümanları katil damgasıyla” damgalamak istemektedir.

Birkaç yıl önce Norveç’te meydana gelen  bir terör saldırısında,  önce Müslümanlar suçlanmış sonra katil koyu bir  Hıristiyan çıkınca dillerini  yutup, “adamın dini Hıristiyan olabilir ama bu bir münferit olaydır” demeye başlanmıştır.

Böylece teröristin dini tartışma sahnesinden çıkarılıvermiştir.

Biz Norveç’teki katilin Hıristiyan oluşuna sevinmemiştik ama “Hıristiyanlık” faşizmine üzülmüştük.

Biz İslam medeniyetinin Batı medeniyetine öğreticilik yaptığını biliyoruz. Batılıların medeniyet öğretilerini aldıkları “din” mensuplarına karşı bu kadar düşmanlık besleyişlerini anlayamıyoruz.

 Ortadoğu veya İslam coğrafyası; Türkiye’nin düşünce mimarlarından biri kabul ettiğimiz “Sezai Karakoç” “Arap’ın mizacı, bilim ve düşünceye yatkın olduğundan İslam medeniyetinin bilim ve düşünce yönünü geliştirmiştir.

 Acem mizacı daha çok İslam’ın sanat ve edebiyat yönünü,

 Türk mizacı da yönetim ve örgütleniş cephesini, sosyal yapı cephesini açmaya yaramıştır.

Yoksa bu ırkların eski kültür ve medeniyetleri, İslam’la karşılaşmada ve hesaplaşmada, İslam’la bağdaşacak yanları bütüne katılarak eriyip özüyle kaynaşarak ortadan kaybolmuşlardır.”der.

Orta doğu/Afrika Müslümanları mübarek ayda bile kan revan ve gözyaşı içinde, barut kokusuyla sindiriliyor, bir kısmı da açlık ve ölüme terk ediliyor.

Bunların bana göre nedeni 20.Asrın başlarında İngiliz ve Fransızların uyguladığı projelerle İslam topluluğu bütünlükten tekilliğe doğru ayrıştırılmış olduğundandır.

Yine Sezai Karakoç üstadında işaret ettiği “Türk mizacı” nın İslam topluluğunun başında bulunmayışındandır. Bu sebepten İslam milleti ayakları üzerine duramamaktadır. Osmanlı Yıkılalı da, İslam coğrafyasında yaşayanlar rahat yüzü görmemişlerdir.

Umulur ki “Türk mizacı, yönetim ve örgütleniş cephesini, sosyal yapı cephesini” yeniden açacak ve  dünya  yeniden rahat nefes alacaktır.

            Mübarek ramazan-ı şerif Müslümanların şuurlaşmasına vesile olacak ve dünya yeniden adil ve hür insanlara mutluluk veren nizama kavuşacaktır.

Mazlumlarının duası bizimledir. Biz daha çok çalışmak ve dost ve düşmanımızı tanımakla tarihi şuur kazanmak durumundayız.

Cumhurbaşkanımızın emperyalistler tarafından sevilmeyişinin temelinde halkıyla bütünleşmesi ve mazlumların ona umut bağlaması vardır.

Korkuları, bizim tarihi şuurla çok çalışıp mazlumların duasını da arkamıza alarak sorumluluğumuzu yerine getirmemizdir..

İslam coğrafyasında yaşanan acıların Müslümanların birleşmesiyle ortadan kalkacağını düşünüyor ve Ramazan ayının fırsat olmasını diliyorum.

Saygıyla.

Nezih Yıldırım

2015