BİR KÖY ÖĞRETMENİNDEN FIKRA GİBİ ANILAR

Köşe Yazarı: HİKMET KURADA   Eklenme Tarihi: 7 Mayıs 2024, Salı - 17:45   Okunma Sayısı: 103

Ah o cefakar ve vefakar Öğretmenlerimiz!...

Anamız, Babamız kadar sevdiğimiz can Öğretmenlerimiz!..

Geleceğimize yön veren, geçmişimizde derin izler bırakan sevgili Öğretmenlerimiz!..

Sizleri yüreğimize, benliğimize kazımışız, nasıl unuturuz ki?.. Mümkün mü?..

Hangimiz unutabiliriz ki aradan yıllar geçse de o değerli Öğretmenlerimizi?..

Hepsinin de ayrı ayrı anıları var belleğimizde ve sevgileri var yüreğimizde!..

Anı deyince; geliniz Sizlerle, Nedim Çakmak adlı bir köy öğretmenimizin, yıllar önce görev yaptığı köylerde yaşadığı fıkra gibi ama gerçek olan anılarını kendi kaleminden hep birlikte ibretle okuyalım:

“Sığırlar aynı yerde otluyorlardı… Daha yedi yaşlarında babamın çiftliğinde traktörle çift sürüyordum. Traktör, makine ve ekipmanlarına merakım daha o yaşlarda başlamıştı.

Öğretmen okuluyla birlikte Çınarlı Meslek Lisesi’nin Radyo-Elektronik bölümünün gece eğitimini bitirdim. Öğretmen okulunda öğrenciyken müdürümüz Tevfik Elmas’ın teşvikiyle, tarihte ilk defa Radyo-Elektronik kolunu kurdum.

19 yaşımda bir dağ köyüne tayin olduğumda, bilgilerimi hayata geçirmeye can atıyordum. O yıllarda Grundig marka transistörlü radyolar dokuzyüz, öğretmen maaşı da dörtyüzelli liraydı. Yani bir transistörlü radyo iki öğretmen maaşına, bu günkü değeriyle altıbin liraya satılıyor, milletimiz düpedüz soyuluyordu.

İzmir Çankaya Caddesi’nde elektronik hurdacıları vardı. Atılmış radyo kondansatörleri radyonun kalbidir, gerisi kolay… Hurdacıdan aldığım parçalarla bir radyo otuz liraya mal oluyordu. Öğretmenlik yaptığım dağ köyünün, elinden marangozluk da gelen muhtarı İrfan, muhtarlık binasında bana yer verip bir de çalışma masası yaptı. İşe koyulup radyo elemanlarını monte ettim. En sona hoparlörü kalınca, muhtara;”Tut şu kablonun ucunu, hoparlörün dibine değdir” dedim. Değdirdiği gibi oyun havaları patladı, Ankara Radyosu çalıyordu!.. Muhtar radyoyu kapıp sevinçle dışarı fırladı; ”Öğretmenimiz radyoyu icat ettiii!” diye bağırarak köy meydanındaki kahveye koştu. Köylü merakla kahveye doluştu. “Üleenn dokuzyüz gaymelik iş bu muymuş?” diyorlardı. Onlar;”Öğretmenimiz radyo icat etti” dedikçe, Ben”değil başkası icat etti, ben imal ettim” diye uyarsam da, onlar inatla,”Sen icat ettin” diyorlardı. Önce muhtara, sonra da köylülerime radyo yapmaya başladım. Muhtar radyolara kutu yapıyor, hoparlör çıkışının deliklerini açıyordu. Kutunun yan tarafındaki kondansatör düğmesinden arama yapılıyor, skala (ölçek, işaret) olmasa da istasyonlar pekala bulunuyordu. Kimseden para da almıyordum ama onra da çeşitli ikramla memnuniyetlerini gösteriyordu. Radyoya kavuşmaktan herkes çok mutluydu.

Bir gün, bizim Uzun Memet radyosunu ağaca asmış tarlada çalışırken, devriyeye çıkan jandarma başçavuşu görüp yakalamasın mı?..

  • Nedir ülen bu?
  • Radyo başefendi.
  • Böyle radyo mu olur ülen?
  • Öğretmenimiz icat etti.
  • Neeeee, kaçak radyo yapmış, tut onbaşı, zabıt tut!

Zaptı tutmuşlar. O yıllarda öğretmenlerin milletvekili gibi dokunulmazlığı vardı. Jandarma ya da polis karakoluna çağıramazlar, Milli Eğitim Müdürü ifade alır, gerektiğinde savcılığa sevk ederdi.

Milli Eğitim Müdürümüz Ahmet bey, öğretmenimiz bana bir uğrasın diyecek kadar kibardı. Yanına varınca beni alıp kaymakama çıkardı ve;”O muhteşem mucit bu!” dedi ve kaymakam da suçumu yüzüme tebliğ etti. Radyoların yıllık vergisi vardı ve vergi kaçakçılığı nedeniyle radyo başına para cezası kesiliyordu. İzinsiz radyo imal etmek de casusluk gibi bir şeydi, yani sonu hapis cezası… Savcılığa sevk etmemek için, önce takdir edip, sonra bir sürgün cezası ile işi kapatarak, Ödemiş Bozdağlardaki Kızılkeçili köyüne sürgün ettiler. Soruşturma kapanmış ama yurdumun geri kalmışlığının yaraları kapanmamıştı.

Bahar aylarında Bozdağlar’a geldim, İsviçre gibi bir yer… Bozdağların tepesinde son köy Karakeçili, buradan öteye sürülecek yer yok… Köyü gezerken, içinde alabalıkların oynaştığı dere boyunda terk edilmiş üç su değirmeni gördüm. Elektriklisi çıkınca, bunların pabucu dama atılmış. Birinin suyu var, kapağı kapatınca tribünden çıkan su insana çarpsa parçalar. Yazık, su boşa akıyor… O yıllarda hiçbir köyde elektrik yok. Hafta sonunu dar ettim… İzmir Sanayi Bölgesinde Manisalı Ahmet Tütüncüoğlu adlı esnafı buldum. Derdimi anlatınca yardımcı olup, jeneratör için gerekli parçaları bulmamı sağladı, alternatör, voltaj aralığı sağlayan kolektör ve kondüktör, jeneratörün miline monde edilecek kayış ve tribün kanatlarını kaynak yapacağım değirmen çarkı…Ahmet bey, o iyi yürekli insan, hepsini köyüme kadar kendi cipi ile getirdi.

Birkaç günde montajı tamamladım. Köy kahvesine, okuluma, camiye ve köy meydanına kılavuz aydınlatma için kablolar çektim. Açılış için akşam karanlığını seçtim. Köylü merakla toplanmış bakarken, suyun kapağını açınca, ortalık gündüz gibi aydınlık oldu. Suyun gücü neredeyse onbeş köyü aydınlatacak elektriği üretebilirdi. Köylü sevinçten çığlık atıyordu. “Sakın öğretmenimiz icat etti diye kimselere söylemeyin, başıma iş açarsınız” diye hepsine tembih ettim. O gece devreyi hiç kapatmadım, nasıl olsa bedavaydı… Sabaha kadar efelek zeybek oynadı, kimi duayla, kimileri rakı içerek karanlıktan kurtuluşu kutladı.

İki gün sonra basıldık. Tüm ilçe jandarması köyü basmıştı.

-Emir aldık, sökün bunları yoksa fena olur… Söktük…

Kasabaya indim ve “Sizin mevzuatınıza da, palavra eğitiminize” diyerek istifamı verdim. Oradan denizlere açıldım… Önce telsiz ve güverte vardiya zabitliği, ardından süper tanker süvariliği…Yıllar sonra memlekete döndüğümde gördüm ki, değişen bir şey yoktu, sığırlar yine aynı yerde otluyorlardı.”

Oysa; büyük kurtarıcımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Onuncu Yıl Nutku’nda bakınız ne diyor:

Yurttaşlarım!

Az zamanda çok büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan, Türkiye Cumhuriyetidir.

Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârane yürümesine borçluyuz.

Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız” diyor.

Yüce Atatürk’ün ışığıyla aydınlanan ve yolunda ilerleyen bir Türkiye’de yaşayacağımız daha nice sağlıklı, huzurlu, mutlu ve başarılı günler dileğiyle…

Hoşça kalınız…

Dostça kalınız…

MERSİN MUTASARRIFI (VALİSİ) NAZIM PAŞA KİM Mİ?..
BİR KÖY ÖĞRETMENİNDEN FIKRA GİBİ ANILAR
RÖPORTAJ
AFAD: ÖNLEM ALMAZSAK KÖTÜ SENARYOLAR BİZİ BEKLİYOR!
BAYRAK NAMUSTUR, ŞEREFTİR, ONURDUR!..
reklam

HABER ARŞİVİ


KÖŞE YAZARLARI